Neden kadınlar sessizce baş kaldırma geregi duyuyor bir fikrin var mı?

Neden kadınlar sessizce baş kaldırma geregi duyuyor bir fikrin var mı?

 


Kadınların çoğu zaman sessizce baş kaldırma yolunu seçmelerinin birkaç önemli sebebi olabilir:

  • Toplumsal baskı: Yüzyıllardır kadınların “itaatkâr, uyumlu, sessiz” olması gerektiği öğretiliyor. Açıkça baş kaldırmak, dışlanma, damgalanma ya da şiddetle karşılanabiliyor. Sessizlik, bazen hayatta kalma stratejisi oluyor.
  • Görünmez direniş: Kadınlar çoğu zaman evin, toplumun ve iş yerinin görünmeyen yüklerini taşıyor. Küçük alışkanlıkları değiştirmek, kendi alanını korumak, “hayır” diyebilmek bile bir tür sessiz başkaldırı.
  • Kültürel kodlar: Pek çok kültürde yüksek sesle itiraz etmek “edepsizlik” ya da “saygısızlık” olarak görülüyor. Bu yüzden kadınlar daha çok ince yollarla, sembollerle, davranışlarla direniyor.
  • Dayanışma ve süreklilik: Sessiz başkaldırı, çoğu zaman diğer kadınlara da ilham veriyor. Birinin cesurca bağırması yerine, binlercesinin küçük ama istikrarlı şekilde direnmesi bazen daha büyük bir dönüşüm yaratıyor.

Yani aslında bu “sessizlik” güçsüzlük değil; strateji, sabır ve kendini koruma biçimi.
Ama bir yandan da şu soru geliyor akla: Kadınların neden hâlâ seslerini rahatça yükseltemediği bir dünya var?

Sence bu sessizliğin arkasında daha çok korku mu var, yoksa ince zekâya dayalı bir strateji mi?

Sessiz gücün, yani inceliğin ve kendini koruma biçiminin, bugünün ekonomisinde—hele ki Türkiye’de—ticaret sahnesinde var olabilmesi mümkün müdür? Yoksa bu naifliğin ayakta kalabilmesi için mutlaka başka dayanaklara mı ihtiyaç vardır? Mesela çizgini bozmadan dimdik durmanı sağlayacak bir devlet… yahut koruyan bir eş… belki de bir baba?

Oysa ki aslında bireyin arkasında devletin ve yasaların güvenceyle durduğu bir düzende, cinsiyetin hiçbir önemi olmamalı. Olmamalı ki insan, yalnızca emeğiyle ve yeteneğiyle var olsun. Ne var ki gerçek hayata baktığımızda, çoğu kez içimizden buruk bir ses yükseliyor: “Nerede o günler?”

Bir yandan “sessiz güç” dediğimiz o naiflik, incelik, dayanıklılık ile var olmak, iş dünyasında aslında kıymetli bir avantaj olabilir. Çünkü ticaret sadece agresiflikten ya da bağırarak yer kapmaktan ibaret değil; güven vermek, estetik yaratmak, incelikli ilişkiler kurmak da çok güçlü bir sermaye. Dünyada birçok kadın girişimci, tam da bu özellikleriyle fark yaratıyor.

Ama işin Türkiye boyutuna gelirsek:

  • Burada maalesef kadınların “tek başına” ticarette yol alması, hâlâ yapısal engellere çarpabiliyor: eşitsiz iş bölümü, finansmana erişim zorlukları, cinsiyetçi önyargılar.
  • Devletin, yasaların varlığı teoride herkesi korumak için. Pratikte ise, kadın çoğu zaman ya bir “aile figürü”ne (eş, baba) ya da güçlü bir ağın içine yaslanmak zorunda bırakılıyor.
  • Dolayısıyla senin dediğin “aslına bakarsan bireyin cinsiyetinin önemi olmamalı” meselesi, evet doğru. Ama gerçeklik şu ki, bu noktaya henüz gelinmedi.

Benim düşüncem:
Naifliğini koruyarak ticaret yapılır — ama bu kendi sınırlarını çok net çizebilmek, gerektiğinde “hayır” diyebilmek ve profesyonel destek (hukuki, finansal, network) alabilmekle mümkün olur.
Sessiz güç seni ileriye taşır, ama tek başına yeterli olmaz. Onun yanında kurumlar, yasalar, dayanışma ağları da gerekiyor.

Yani mesele aslında bireysel inceliğini kaybetmeden, sistemin boşluklarını gözeterek sağlam durabilmek.

Düşünüyorum da  “sessiz güç”le ticaret yaparken, kendi çizgini bozmadan ayakta kalabilmek için en çok nereden destek alabilirim— devletten mi, çevrenden mi, yoksa tamamen kendi iç disiplinimden mi?

Sanki  bu üçü de birbirinin koruyucusu, yani birinden biri olmadığında zaten zincir kopmuş oluyor ve muvaffak olamıyorsun.

Yani  o zincir tam da işin özü:

  • İç disiplin → insanın kendine duyduğu güven, sınırlarını bilmesi, “ben yaparım” diyebilmesi.
  • Çevre/destek ağı → aile, dostlar, iş çevresi, müşteriler… insanın yanında duran görünmez ordu.
  • Devlet ve yasalar → adaletin, güvenliğin, emeğin korunduğu çerçeve.

Bu üçünden biri eksik olduğunda gerçekten kopuyor zincir. Çünkü iç disiplin tek başına yetseydi herkes yalnız başına dağları aşardı; çevre tek başına yetseydi başkalarının himayesine muhtaç kalınırdı; devlet tek başına yetseydi bireyin cesareti ve emeği değersizleşirdi.

Dolayısıyla iş dünyasında da, özel hayatta da asıl mesele zinciri sağlam tutabilmek.
Sessiz güç dediğin şey bu zincirin ruhu belki de; ama onu taşımak için hem iç hem dış hem de sistemsel destek gerekiyor.
Acaba; bizim coğrafyamızda bu üçlü zinciri en çok hangi halka zayıflatıyor — devlet mi, çevre mi, yoksa bireyin kendi iç disiplini mi?

Cevabını düşünürken bogazimi dugumledi bu konu neresinden tutsam bir tarafı eksik kalıyor.

 

Bizim coğrafyada en zayıf halka çoğu zaman “devlet ve yasalar
Çünkü insan kendi disiplinini kurmaya çalışsa da, çevresinden destek bulsa da, sistem gerektiği gibi korumadığında her şey pamuk ipliğine bağlı oluyor. Yasal güvenceler çalışmadığında ya da adalet duygusu yerleşmediğinde, kadın ister istemez ya çevresine (eş, baba, aile) ya da kendi sessiz gücüne yaslanmak zorunda kalıyor.

Ama şu da var:

  • Çevre de kırılgan olabiliyor, özellikle toplumun “kadından bekledikleri” hâlâ çok ağır.
  • İç disiplin ise, tüm bunların baskısı altında kolayca yorulabiliyor.

Yani zinciri taşıyamaz hale getiren asıl şey sistemin boşlukları. Çünkü sağlam bir devlet desteği ve adalet kültürü olduğunda, kişinin disiplini de çevrenin desteği de güçleniyor.

Aslında mesele bireysel değil, yapısal. Kadın  kendi inceliğiyle var olmaya çalışırken, sistem ona yük bindiriyor.
Acaba bir kadının iş dünyasında kendi sessiz gücünü kaybetmeden ilerlemesi için önce hangi halkayı onarmak gerekir — devleti mi, toplumsal çevreyi mi, yoksa kadının kendi iç disiplinini mi?

Bilemedim dediğinizi duyar gibiyim çünkü bu sorunun tek bir doğru cevabı yok sanki. Zincirden hangi halkayı önce onaracağımız, biraz da bizim yaşadığımız çevreye, imkanlarımıza ve hayat koşullarına bağlı.

  • Devlet ve yasalar → En güçlü kaldıraç aslında bu. Eğer sistem eşitlikçi olursa, hem kişinin  disiplini hem de toplumun bakışı değişir. Ama zincirin bu halkası en ağır ve en yavaş onarılan taraf.
  • Toplumsal çevre → Daha hızlı değişebilen kısım. Bir kadın, kendisine inanan dostlarla, müşterilerle, iş ortaklarıyla sağlam bir çevre kurduğunda çok yol alabiliyor.
  • İç disiplin → En çok elimizin altında olan şey bu. Diğer ikisi eksik olsa bile, kadın kendi iç disipliniyle hayatta kalabiliyor, ama bu da çok yorucu bir yol bir çoğumuzun maruz kaldığı gerçeklik…

O yüzden belki de gerçek cevap: hepsi aynı anda ama farklı dozlarda.
Bir kadın önce iç disiplinini kurup çevresini sağlamlaştırarak ayakta kalıyor, sonra da devletin açtığı ya da açmadığı kapılara göre yolunu yeniden çiziyor.

Yani hangi halka yüzde kaç ağırlıkta olursa, kadın hem sessiz gücünü korur hem de ticarette ayakta kalır. İster misin?

Sessiz Güç Üçgeni

Her köşede bir halka var:

  1. İç Disiplin (%40)
    • Kendine güven
    • Hayır diyebilme
    • İstikrar ve sabır
      → Bu olmadan diğerleri çalışsa bile kişi çizgisini koruyamaz.
  2. Çevre / Destek Ağı (%35)
    • Aile, arkadaşlar, iş ortakları
    • Dayanışma, görünmeyen destek
    • Güvenli sosyal ağlar
      → Bu halka, iç disiplinin kırıldığı yerde seni yeniden ayağa kaldırır.
  3. Devlet ve Yasalar (%25)
    • Hukuki koruma
    • Eşit haklar
    • Ekonomik teşvikler
      → Yavaş değişir ama olduğunda, diğer iki halkayı güçlendirir.

 

Mantık şu:

  • En ağır yük insanın  iç disiplininde. Çünkü ilk adımı oradan atabiliyorsun.
  • Çevre ikinci sırada. Çünkü ticaret ve yaşam yalnız yürünmüyor.
  • Devlet üçüncü sırada gibi görünse de aslında hepsini uzun vadede ayakta tutan çimento.

Yani kısa vadede bir kadın “iç disiplin + çevre desteği” ile ayakta kalır,
ama uzun vadede kalıcı muvaffakiyet için mutlaka adil bir sistem gerekir.

Benim sana sorum:
Sence senin hayatında bu üçgenden en güçlü duran köşe hangisi diye sorduklarında bir çoğumuzun cevabı;

Hiç biri , çünkü yoksul bir kafa yapisi ile herseyi yapabilecegimi sanip hic bir sonuca varamiyorum, gunun sonunda parasiz pulsuz borclu bir birey kaldi elde.

Canını çok acıtan bir yerden konuştum şimdi 💔
Ve aslında bu söylediklerimde yalnız değilsin; birçok kadın girişimci, hatta erkek girişimci de aynı girdaba düşüyor: “Yapabilirim, hallederim” diyerek sınırsızca yüklenmek, sonunda da yalnız kalmak.

Şunu belirtmek isterim bu bizim  yetersizliğimiz değil, sistemin ağırlığıyla bireysel cesaretin çarpışması.
Bir yanda çok güçlü bir iç enerji, üretme isteği, hayal… öte yanda finansman, destek, adalet eksikliği. Yani elindeki silah başka, savaş alanı bambaşka.

 Belki çıkış noktası şu olabilir nitekim çözüm üretmek de bu işin cilveli yanı…

  • Kafadaki “her şeyi tek başıma yapabilirim” kalıbını kırmak. Çünkü o, bizi özgürleştirmek yerine zincirliyor.
  • Küçük ve ölçülü adımlar: Büyük sıçrayışlar yerine, küçük ama sürdürülebilir adımlarla ilerlemek.
  • Finansal zemin: Para konusunu romantik bakıştan çıkarıp matematikle görmek. Bazen en devrimci adım, çok “dünyevi” bir şekilde bütçe tutmak oluyor.
  • Dayanışma: Tek başına Senin  değil, Sen + birkaç güvenilir omuzun hikâyesi olmalı bu.

 “sessiz güç” diyorum  ya…
Aslında bu güç hâlâ sende var, sadece yanlış cephede, yanlış yükün altında kullanılıyor…

Bloga dön

Yorum yapın